top of page

ANADOLU EFSANELERİ

  • Ömer ŞANAL
  • 18 Mar 2016
  • 5 dakikada okunur

Mitoloji konusunda çok zengin olan Yunan Mitolojisi, Avrupa’da olduğu gibi Anadolu’daki medeniyetleri de etkilemiştir. Anadolu’da efsaneleşen bu mitolojik hikayeler, nesilden nesile uzanarak günümüze kadar gelmiştir. İşte bu hikayelerden bazıları:

Zümrüdü Anka (Simurg)

Zümrüdü Anka bilinen diğer adıyla Simurg, asıl olarak Pers mitolojisi kaynaklı olsa da Doğu mitolojisinde de yer edinmiş efsanevi bir kuştur. Önceleri köpek başına ve aslan pençesine sahip bir tavus kuşu ve kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilen Simurg sonraları insan başıyla resmedilmiş. Simurg’un yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı ve yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı. Simurg her uçuşa geçtiğinde Bilgi Ağacı’nın yapraklarından her bitkinin tohumlarının dünyanın her bir yanına yayıldığına ve bu tohumlardan yetişen her bir bitkinin insanların hastalıkları için tedavi edici olduğuna inanılırdı.

Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşayan, her şeyi bilen ve kuşların hükümdarı olan Simurg Anka’ya bir efsaneye göre bütün kuşlar inanır ve onu kurtarıcıları olarak görürlermiş. Kendi dünyalarında işler terse gidince bütün kuşlar Simurg’u beklermiş. Simurg uzun bir süre ortalarda görünmeyince bütün kuşlar önce kuşkulanmışlar sonrasında da umutlarını kesmişler. Bir gün bir kuş sürüsü uzak bir ülkede Simurg’un kanadından bir tüy bulunca var olduğunu anlamışlar ve dünyadaki bütün kuşlar toplanmışlar. Sümurg’un huzuruna çıkmaya ve ondan yardım istemeye karar vermişler. Yedi dipsiz vadi aşılarak ulaşılan Simurg’un Kaf Dağı’nın tepesindeki yuvasına varmak için tüm kuşlar göğe doğru uçmaya başlamış. Fakat yolda yorulan ve düşenler olduğu gibi güle olan aşkını hatırlayan Bülbül, güzelim tüyleri yüzünden kafese kapatıldığı için tüylerini bahane eden Papağan, yükseklerdeki krallığını bırakamayan Kartal ve yıkıntılarını özleyen Baykuş geri dönmüş. Vadiler üzerinde uçtukça sayıları azalan kuşlar, altıncı vadi olan şaşkınlığı geçtikten sonra yedinci vadi olan yokoluş’ta bütün umutlarını yitirmişler ve Kaf Dağı’na vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmış. Simurg Anka’nın yuvasını bulduklarında Simurg Anka’nın Otuz Kuş demek olduğunu öğrenmişler. Meğer şaşkınlık ve yokoluşu yaşayıp uçmayı başaran bu geriye kalan otuz kuşun hepsi Simurg’muş.

Kral Midas

Anadolu’nun bir diğer önemli efsanelerden biri de dillere destan “Eşşek Kulaklı Midas”hikayesidir. Kral Midas, Gordion şehrinde yaşamış ve M.Ö. 738 – 696 yılları arasında hüküm sürmüş bir Frigya kralıdır. Efsaneye göre, Kır Tanrısı Pan bir gün kırlarda dolaşırken Athena’nın icat edip çalarken yüzünü çirkinleştirdiği için attığı flütü bulur ve çalmaya başlar. Çaldığı flütle çok güzel sesler çıkaran Pan, zamanla marifetin kendinde olduğuna inanıp Yunan Tanrısı Apollon’a rakip olarak görür. Bunun üzerine Apollon, sonucunda kazananın kaybedene istediğini yaptıracağı bir müzik yarışması yapmaya karar verir. Yarışmaya Frigya Kralı Midas yargıçlardan biri olarak seçilir. Kır Tanrısı Pan flütü ile çok güzel şarkılar çalarak çok hoş sesler çıkarıyordu fakat Yunan Tanrısı Apollon ise gümüşten lir’i eline alıp çalmaya başlayınca dağlar taşlar heyecandan titremiş. Yargıçlardan biri oyunu Apollon’a vermiş, Kral Midas ise ilk önce oyunu Pan’a verip daha sonra Apollon lehine değiştirince yarışmayı Apollon kazanır ve yarışma şartları gereği Apollon Kır Tanrısı Pan’ı öldürür. Apollon, Midas’ın oyunu ilk önce Pan’a vermesine kızıp, “Güzel müziği ayırt edemeyen kulak insan kulağı olamaz, sana eşek kulağı yakışır.” deyip Midas’ı da cezalandırır ve Midas’ın kulaklarını uzatarak eşek kulağına çevirir. Midas bir süre kulaklarından utandığı için onları kalpağının içinde saklamaya çalışır fakat bir gün berberi saçlarını keserken kulaklarını fark eder. Midas berberinin canını bu sırrını saklaması koşuluyla bağışlasa da bir süre sonra bu sırrı saklamakta zorlanır fakat bir yandan da bir başkasına söylediği anda canından olma korkusu vardır. Bir gün daha fazla dayanamayarak ısız ve uzak bir yerde bir kuyuya gider ve kuyuya eğilerek “Midas’ın kulakları eşek kulakları!” diye haykırır. Efsane bu ya, kuyudaki su sazlara, sazlarda rüzgarla birlikte salınarak her tarafa bu sırrı yayar ve herkes tarafından duyulur. Sonrasında tüm halk Midas ile dalga geçmeye, hakaret etmeye ve gölge oyunları oynamaya başlar. Tüm bunlara daha fazla dayanamayan Midas kulaklarını kestirmeye karar ve kestirir fakat bu sefer kulakları sarmaşık gibi daha çok uzar ve daha kötü bir görünüme kavuşur. Nihayetinde Midas Tanrıya yalvarır ve kulaklarını düzeltmesini ister. Tanrı da Midas’ı affeder ve kulaklarını eski haline dönüştürür fakat kimse görmeden onu sessizce öldürür ve mezara gömer.

Gordion

Kral Midas zamanında Polatlı çevresindeki Gordion kentinde kentin yöneticisi seçimi yapılır. Kentin ünlü bir kahini bir kehanette bulunur ve kentin yöneticisinin ve ülkenin gelecekteki kralı olacak olan kişinin gece yarısı kente gireceğini söyler. Bunun üzerine kent halkı sabaha kadar uyumaz ve kente gelecek olan yeni kralı bekler. Gordion adındaki bir çiftçi, hazırladığı samanları kentte satmak için sabaha karşı kente giriş yapar. İlk önce bomboş olan kent meydanı bir anda geceden beri bekleyen halk tarafından dolar ve kentin önde gelenlerinden biri “işte kentimizin yeni yöneticisi ve ülkemizin gelecekteki kralı” diyerek Gordion’un krallığını ilan eder. Gordion şaşkınlıkla kendini bir anda kral tahtında bulur. Heyecanı geçip duruma alışınca beraberinde getirdiği samanlarını kentin en büyük tapınağına götürüp tapınağa armağan eder. Çiftçilik yaptığı dönemde arabasının önünde kördüğüm olarak duran ve bir türlü çözemediği ip aklına gelir ve bu ipi çözene büyük bir hediye vereceğini söyler fakat kimse bu gizemli kördüğüm olan ipi çözemez.

Zamanla bu kördüğüm olan ip bir kehanete dönüşür ve bu ipi çözen kişinin Asya kıtasına hakim olacağına inanılır. Aradan yıllar geçtikten sonra tüm dünyaya hakim olmak isteyen Büyük İskender bu kehanetten haberdar olur ve fetih yolunu Gordion şehrine çevirir. Ne kadar uğraşsa da bu kördüğümü çözemeyen Büyük İskender en sonunda kılıcıyla bu ipi ikiye böler ve ip kendiliğinden çözülür. Büyük İskender ise çok kısa bir süre içerisinde Asya kıtasının önemli bir bölümüne hükmeder.

Karacadağ

Karacadağ, Diyarbakır çevresinde taşları ve toprağı kapkara olan o bölgenin en yüksek yerlerinden biridir. Karacadağ’ın taşının ve toprağının renginin neden kapkara olduğuna dair bir efsaneye göre, merhametli, sevgi dolu Diyarbakır Bey’inin güzelliği dillere destan bir kızı varmış. Ayrıca o bölgede bulunan bir dağda her yıl yüzlerce insanı öldüren bir ejderha varmış. Bey’in, başına keselerce altın koyduğu ejderhayı öldürmek için hangi yiğit gittiyse baş edememiş ve en sonunda Bey’in yiğit oğlu ejderhayı öldürmek için ejderhanın peşine düşmüş lakin günlerce geri dönmeyen oğlunun öldüğünü öğrenmiş. Günlerce yas tutan Bey daha sonra kendi işlerine dönmüş. Bey’in yanında elleri hünerli, marangozluk işleri yapan bir delikanlı varmış. Günün birinde konakta çalışan delikanlı, Bey’in kızını görür ve aşık olur. O günden sonra gözü başka kimseyi görmeyen delikanlı zamanla içine kapanmış ve kimseyle görüşmez ve konuşmaz olmuş. Günlerce kendisiyle de konuşmayan delikanlının annesi oğluna bu halinin sebebini sormuş. Nihayetinde annesinin üstelemesi sayesinde derdini anlatmaya başlayan delikanlıyı annesi her ne kadar vazgeçirmeye çalışsa da bu nafile çabalar sonucunda oğlunun yalvarmalarına dayanamayan ve oğlunun haline acıyan annesi soluğu Bey’in huzurunda alır. Bey’in karşısında sözü dolandırıp sonunda kızını oğluna isteyen kadına Bey hem kadını kırmamak hem de çok sevdiği marangoz delikanlıyı küstürmek istemediği için bir teklifte bulunmuş. Oğlunu öldüren ejderhayı öldürüp, oğlunun berberinde götürdüğü ata yadigarı kılıcı getirmesi karşılığında kızını vereceğini söyler. Delikanlının annesi büyük bir üzüntüyle durumu delikanlıya anlatır ve oğlundan bu sevdadan vazgeçmesini ister. Delikanlı yanına bir kılıç alıp annesiyle vedalaşarak yollara düşer ve ejderhanın yaşadığı dağa gelir. Dağda ejderhayı ararken bir anda delikanlının karşına çıkan ejderha, delikanlı daha kılıcına davranamadan alev püskürtmüş ve delikanlıyı yakmış. Oğlunun çektiği derin “Ah”ı duyan annesi delikanlının öldüğünü anlamış ve “Allah’ım! Oğlumu yakan ejderhayı da yak, karataşlara döndür.” diye dua edince büyük bir patlama olur ve ejderha yanarak parçalanır, parçaları her tarafa karataş olarak dağılır ve tüm dağı kaplayarak dağın tamamen kararmasına neden olur. Bu sebeple bu dağa Karacadağ denilmeye başlanır.

Ağlayan Kaya (Niobe)

Manisa'daki Spil Dağı, Ağlayan Kaya (Niobe) gibi pek çok efsanenin ilham kaynağıdır. Yarı tanrı Tantalos'un kızı olan Niobe, Manisa'da doğmuş ve tüm yaşamı tanrıça Hera ve çocuklukları ile birlikte bu yörede geçmiştir. Niobe'nin 7 kız, 7 erkek toplam 14 çocuğu olur. Çocukluk arkadaşı Hera'nın ise Zeus’tan Apollon ve Artemis adlarında iki çocuğu vardır. Her seferinde çocuklarının sayısı ile gururlanan Niobe, sadece iki çocuğu olduğunu söylediği ve küçümsediği Hera'yı nihayet öfkelendirir. Hera çocuklarından, Niobe'yi cezalandırmalarını ister. Apollon ve Artemis de oklarıyla Niobe'nin bütün çocuklarını öldürür. Niobe, ölen çocuklarının başında günlerce ağlar. Niobe'nin haline acıyan Tanrı Zeus, Hera’nın ıstırabına son vermek için onu ağladığı yerde taş haline getirir. Spil Dağı’nın yamacında bulunan kadın başı şeklindeki bu kayanın, göz çukurunu andıran girintilerinden sızan su Niobe'nin gözyaşları olarak yorumlanır. Ne var ki bu su yakın zamanda kuruduğu için artık sızmamaktadır. Halk arasında Ağlayan Kaya olarak bilinen bu kayaya yakından bakıldığında sıradan doğal bir kaya; batı yönünde biraz uzaklaşılarak bakıldığında ise kadın başı şeklinde görünmektedir. Ayrıca, Manisa'nın meşhur sarı üzümlerinin Niobe'nin gözyaşlarıyla sulanan bağlarda yetiştiği söylenmektedir.

Comments


© 2016 By Ömer ŞANAL. Proudly created with Wix.com

  • Facebook Basic Black
  • Twitter Basic Black
  • Instagram Basic Black
  • Black Google+ Icon
  • Black LinkedIn Icon
  • Black Pinterest Icon
  • Black Flickr Icon
  • Black Tumblr Icon
bottom of page